28 Haziran 2007 Perşembe

11 Temmuz 2007 Eve dönüş günü
















Gece mükemmel uyudum. Yanlız olarak bir odada uyumaya yeniden alışmam gerek. Gece televizyonu açtım öyle uyudum. Horlama sesleri olmadan uyumak değişik bir duygu.
Temiz ve iki kişilik yatakta serile serile uyudum.
Sabah kalktım. Duşta sıra yok hemen gir yıkan.
Traş oldum, giyindim. Sırt çantası toplu. Unuttuğum bir şeyler yok.
Mayorkalı Alberto kapıyı çalıyor. Uyandırma servisi.
Aşağıda Italyan Mikael var, Juan var. Barda kahvaltı yapıyoruz. Buruk bir kahvaltı. Yol ve yolculuk bitti. Bundan sonra batıya yürünmeyecek. Sana yol gösteren sarı oklarda yok. Artık bundan sonra kendi yolunu kendin bulman gerekecek.
Finisterre sabah serin. Cristina yolun başından beri benim ve Juan ın yanında oldu gibi. Yolun sonundada iyi ve sadık bir dost olarak bizi uğurluyor. Hepimiz hayatımızın bu anında bu yolda yollarımızın kısa bir sürede olsa birleşmiş olduğundan büyük bir mutluluk yaşıyoruz.
Otobüs hareket ediyor. Derin sessizlik otobüse hakim. İlk durakta büyü bozuluyor. Okul çocukları ve işlerine giden insanlar otobüse biniyor. Hayat yeniden bizim içinde başlıyor. Normal hayata hoşgeldin der gibi.

13 Haziran 2007 Çarşamba

10 Haziran 2007 Olveira - Finisterre Dünyanın sonu








Gece mükemmel uyudum. Miguel ve ben mısır ambarında uyuduk. Kimse horlamamdan rahatsız olmadı.
Miguel gece yine hemen hergün olduğu gibi fazla kaçırdı zannedersem. Sabah erkenden köylülerle birlikte uyandım. Dünyanın sonuna uzun bir günümüz var.
Sabah kahvaltısından sonra yola çıktık.
Dünden hızlı yürüyorum. Bizimkiler Miguel, Giovanni, Ever ve yeni dostumuz Eduardo dünyanın sonuna gelmeyeceklermiş. Yolda sahil kasabası olan Corbunion da kalacaklarmış. Yarın dünyanın sonuna gelecekler. 5 km yürüdükten sonra Hospital denilen yerde bir kahve içiyoruz. Hospitalden sonra 15 km yemek yiyecek veya içecek bir yer yok.

Buraya kadar yol çok güzeldi. Ağaçli ve bol yeşilli,

Hospitalden sonra yol aynı güzellikte devam ediyor. Bol inişli ve çıkışlı. Terliyoruz.

Arada diğer günlerdede gördüğüm gibi buradada yazın orman yangınlarından nasibini almış ağaçlar var. 20km sonunda korkma diyorum bu tepenin arkasında deniz var.

36 gün sonra yeniden denizi görüyorum. Hava güneşli deniz nazlı. Denizi seviyorum. Hemde çok seviyorum. Zannedersem denizde beni seviyor. Rüzgarsız bir gün.

Bol taşlı bir dere yatağından denize doğru iniyoruz. Ayak bileğim 3 defa burkuluyor. Allaha şükür bir sorun olmuyor. Yorgunluk alametleri. Neyseki bugün son gün.

Cee kasabasına geliyoruz. Bugün kilisenin ayin günlerindenmiş. Düğün var. Havai fişekler var.

Bizde seviniyoruz sanki bizim için özel havai fişek patlatıyor havasındayız.

Burada Hollandadan yürüyen Pierre denk geliyorum. O bizden 1 gün önce yola çıktığından dönüş yolunda. 2 gün daha Santiago da kalacakmış.

Biraz birşeyler yedikten sonra internet cafede biraz fotoğrafları kopyalıyoruz. Corburiona kadar asfaltta üzerinden denize paralel gidiyoruz. Sonra bizimkiler buradaki misafirhaneye doğru ayrılıyorlar.

Burada Giovanni, Ever, Miguel ve Eduardo ile yollarımız ayrılıyor. Öpüşüyoruz. Daha sonra görüşelim diyoruz ama biliyoruzki büyük bir ihtimalle bu son, son görüşmemiz.

Hüzünleniyoruz. Her ayrılık gibi buda üzüyor. Üzülüyoruz.

Sonra yanlız yürüme saatleri var. Denize giden insanlar ve benim gibi bu sıcak havada sırtında 10 kilo yük ile yürüyenler. Asfalt üzerinde bir 8-9 km yürüyorum. Asfalt normalde yorucu fakat sıcakta dahada yorucu. Heryer yapış yapış ter. Solda plaj gözüküyor. Son 6 km. Bunun 3 km si plajda. Altın rengi kumlar ve turkuaz mavisi deniz. Keyfim yerine geliyor. Denize gireyim diye düşünüyorum ama nedense sonraya bırakıyorum. Olmayacak bir sonraya. İstediklerini olmayacak bir sonraya bırakmamak gerek. Buda bugünlük beni olmayacak sonram.

Sahilde restoranların arasından geçerek köye doğru yürüyorum. Yürüyüş yapan insanlar var.

Sevgililer var. Ben burada tek başıma dünyanın sonuna yürüyorum. Misafirhanenin önünde Mayorkalı Alberto beni bekliyor. Almanlar yine sıradalar, Alberto otelde kalıyormuş.

Bende otelde kalmaya karar veriyorum. Tek kişilik odalar dolu. Bana tek kişi fiyatına çift yataklı büyük bir oda veriyorlar.

Odada küveti doldurup keyif yapıyorum. Çocuklar gibi seviniyorum. Bir yatak ve küvet insanı bu kadar mutlu ediyor.

Traş oluyorum. Kolonyaları sürünüyorum. Yeni mor gömleğimi giyiyorum. Ver elini dünyanın sonu.

Köy meydanında tanıdıklara rastlıyorum. Yolda görüştüğüm insanlar var. Merhaba dediğimiz ama konuşmadığımız insanlar. Burada daha rahatlar. Merhabalaşıyoruz. Birbirimizi tebrik ediyoruz. Yolun sonuna ve dünyanında sonuna geldik diye. Burada fenere ve dünyanın sonu olarak tamınlanan 0,00 km taşına 3,6 km varmış.

Güneşin batışını seyretmek üzere yola çıkıyoruz. Matheus, Nicole ve Cristina şarap ve sandöviç almışlar.

Juan erken geldiğinden o yukarı çıkmış. Yorgun. O gelmiyor. Biz yavaş yavaş çıkıyoruz. Sırt çantası olmadan yürümek biraz garip geliyor. Yolun keyfini çıkara çıkara yürüyoruz.

Fenerin hemen dibinde 0,00 km taşı. Yolun sonu burası. Aynı zamanda yolun başıda burası. Her yolun bitiminde yeni bir yol başlıyor. Bu yolda hayatımız gibi. Bugün bizim 37 gün önce başladığımız yerde bu yola başlayanlar var. Onlarda yola bitmeyecekmiş gibi bakıyorlar.

Ömür gibi, bitmeyecekmiş gibi bakıyorsun. Birde bakmışsınki 47 yıl geçmiş.

Yolda mezarlıklarda yatanlara bakıyorsun. Onlarda bu hayat hiç bitmeyecekmiş gibi yaşamış olan insanlar. Bizim gibi.

Kayalıklardan denize doğru iniyorum. Yağmur çiselemeye başlıyor. Sis başlıyor. Güneşin batışını göremeyeceğiz. Güneş biz onu görmesekte batıdan batmaya devam ediyor. Hayatta böyle sen olmasanda devam ediyor. Bundan sonra batıya yürümeyeceğiz. Doğuya yürüyüş başlıyor.

Barda oturuyoruz. Barda çalışan kızlar barın kapanış saati yaklaştığından müşterilere pek iyi bakmıyorlar. Yol anılarımızı anlatıyoruz. Gülüyoruz. Yolda tuvalet muhabbeti ana tema. Yolda ihtiyaç molası verirken yaşanan anlar.

İçkilerimizi içtikten sonra geriye yolculuğumuz başlıyor.

Dilaver, Hasan ve Fatih ile başlayan yolculuğum Cristina ile bitiyor. Sanki hayat boyu dost olan insanlar gibi sarılarak yokuş aşağı iniyoruz. O babasını özlemiş bende evimi ve çocukları özledim.

12 Haziran 2007 Salı

9 Haziran 2007 Negreira - Olveira 33 km İneklerle muhabbet günü




Bu sabah kararsızım yürüyüp yürümeme konusunda. 770 km + 28 Km dün bana epey fazla geldi. Juan la geceden konuştuk nasıl yapalım diye. Buradan otobüse binebiliriz. Gecede pek iyi uyuyamadım. Hollandalılar herkesi rahatsız ettiler. Yaşlı ve birbirleriyle yürüme yarışı eden 3 Hollandalıdan ikisi bizim odada uyuyan ve horlayan iki kişiyle epey uğraştılar ve gürültü yaptılar.
Juan biraz yürüyüp otobüse binecek. Ben bizim çocuklarla yürüyorum. Dün akşam gruba katılan Brezilyalı Eduardo da bizimle. Eduardo nun ikinci yürüyüş günüymüş. Santiagodan Finisterra ya kadar yürüyecekmiş. Brezilyadan iş deneyimi kazanmak için İspanyadaymış. 3 ay daha kalıp Avrupayı dolaşıp ülkesine geriye dönecek. Ayakları epey ağrıyor. İlk günler zor oluyor. Biz ona göre daha rahatız. Nede olsa 35 günden beri yürüyoruz. Kaslarımız alıştı. Ayaklarımız nasırlaştı. Yol ruhumuza işledi.
Bugün hava sıcak yolda çok uzun yoruluyoruz.
Yol güzel dağlardan ve ovalardan geçiyor arada asfalt üzerinde yürümelerimiz var. Asfalt üzerinde yürümek ayakları yoruyor, patika yolları arıyoruz yürümek için.
İlk kahve molasından sonra Giovanni, Ever, Mikeale ve Miquel hızlı yürüdüklerinden gözden kayboluyorlar. Ben Eduardo ile arkadan yürüyorum. Karnımız acıkıyor. Dağ başında tezeklerin arasında ton balıklı sandöviç yapıyoruz.
Zevk için bu kadar boklu yolda yürümenin felsefesi üzerine biraz konuşuyoruz. Reel ve mantıklı bir çözüm bulamıyoruz.
Zaten her tarafta feci koktuğu için hızlı yolumuza devam ediyoruz.
Yorgun halde bir köye geliyoruz. Daha doğrusu mezra gibi bir yer. Meydanda merdivenleri olan bir haç var. Ben yorgunum burada biraz uzanacağım diyorum. Eduardo da benimle kalıyor. Başıboş köpeklerden biraz tırstı gibi bende korktuğumu itiraf edeyim. Epey başıboş köpek var. Saldırdıkları filan yok ama yinede korkuyorsun.
Uzanır uzanmaz uyumuşum. Öğle vakti siestaya iyi alıştım.
Bir saat kadar dinç bir şekilde uyandım.
Eduardo gülüyordu. Yaşlı bir kadında dehşetle bakıyordu.
Çoook horlamışım. Ben horladıkça ineklerde cevap veriyorlarmış.
Sanki ineklerle muhabbet ediyordun diyor. Benim horlamam artıkça ineklerde daha sert cevaplar veriyorlarmış.
Kız arkadaşınla muhabbetin iyiydi diyor.
Yaşlı kadında İspanyolca çok horladın gibi birşeyler söylüyor. Bazen dil bilmemekte iyi.
Su istiyoruz. Kadın sağ olsun veriyor. Suyumuzu içiyoruz, mataralarımızı doldurup yeniden yola çıkıyoruz.
5 dk sonra anayola geliyoruz bir Cafe var. Durup sütlü kahve içiyoruz sonra yeniden ver elini yollar.
Yolun bundan sonraki bölümü ana yol üzerinden gidiyor. Yorgun olunca yol bitmek bilmiyor.
Sonundan saat 16.30 da Olveira köyüne geliyoruz.
Eski köy evlerini ve mısır ambarlarını misafirhane yapmışlar. Yolculukta ve yürüyüşte son gece. Yarın akşam artık herşey bitmiş olacak.
Son gece için mükemmel bir yer.
İspanyol Miquel ile ben mısır ambarında uyuyoruz. Buradaki ismi Horreiro.
Taşların arasından rüzgar esiyor. Ambar yüksek taşlar veya ağaçlar üzerinde oluyor. Fare ve diğer haşaradan korunmak için.
Akşam yemeği için alışveriş yapılıyor yakındaki bir köyden. Taksi ile gidiyorlar ve otostopla dönmüşler. Giovanni, Ever ve Mayorkalı Alberto.
Dönüşte çok enfes bir makarna yapıyorlar ve yanındada ton balıklı makarna salatası. Şarapta almışlar. En ucuzundan 0,75 Euro. Ucuz şaraplarda güzel olabiliyor. Kirazda var.
Bu yolculukta eski kahvelerde asılı olan tabelalar gözümün önüne geldi. '' Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane'' Evet aynen öyle oluyor. Gönül muhabbet isteyince hepsi bahane oluyor.
Yanında yol arkadaşlarında mükemmel olunca çok keyifli bir yemek oldu. Juan bu akşam yok. O otobüsle Murcia ya gitti. Yarın oradan Finisterre ye yürüyecek. Onun şerefinede kadehler kalkıyor.
Yemek sonrası köy kahvesine gidiyoruz. Buradada yemek yiyenler var. Yemek kötü ve 12 Euro. Bizde kişi başı 2 Euro.
Maç izlemeye gidiyoruz ama kahvenin içi sigara altı olmuş. Dumandan televizyonu zor görüyorsun. Kahveler buradada bizdeki köy kahveleri gibi köylülerle dolu. İş güç pek yok gibi. Kahvenin önünde tanıdık yolcularla konuşuyoruz.
Amsterdamdan Bernice ile biraz konuşuyoruz. Adres alıp veriyoruz. Yolda o beni İspanyol zannetmiş bende onu Alman.
Sonra herkesi uzun günün yorgunluğu basıyor. Yatmaya gidiyoruz.
Tatlı bir gece.
Soğuk değil. Yağmur yok. Yıldızları görüyorsun. Allahın bir lütfu son günlerin ve gecelerin güzel olması.
Gece çok horlamamışım. Demekki güzel ve havadar bir yerde yatarsan daha az horluyorsun..

7 Haziran 2007 Santiago'da Akşam yemeği


Bu akşam yemeğini Juan ve diğer yolcularla yemeyi planlıyorduk. Gün içinde Juan şarap ve Orujo likörünü fazla kaçırdığından pansiyonda uyumuş. Bulamayınca Restaurant Manolo yerine bizim Türklerin Anatolia Restoranına gittim.
Kasette anadolu türküleri var.
Acılı arabesk. Keyfim yerine geliyor. Nihayet normal yemek olacak. Restoran sahipleri Elazığdan Ali Boztaş sağda beyaz tişörtlü olan ve Erzurumlu Cemal Kaya. Santiago da bulunan 4 Türk restoranından ikisini işletiyorlar. İspanyol işletmelerin kapalı olduğu öğlen saatlerinde iyi iş yapıyorlarmış.
Bana güzel bir acılı adana kebap yapıyorlar. Yanına çoban salata ve ayran.
Hizmet tam bize göre. Ali tesadüfen buralara gelmiş. Yörenin çok yağmurlu olmasından yakınıyor. İspanyollar bizim yemeklere ve kebaplara epey ilgi duyuyorlarmış. İşleri iyi.
Yemek sonrası ince belli bardaklarda çaylarımız geliyor.
Ali ve Cemal'le çaylarımız yudumlayıp muhabbet ediyoruz.
Personel Alman ve İspanyollardan oluşuyor.
Restoranda döner, kebap ve lahmacun çeşitleri var.
Temiz ve bakımlı bir yer.
Santiago ya gidince uğranması gereken restoranlardan biri. Tabiiki Türk yemeklerini özlerseniz.
Yoksa buraya özgü balık ve deniz yemeklerinin olduğu restoranlarada gidebilirsiniz.
Envai çeşit deniz böceğini ve ahtapot yemeklerini bulabileceğiniz restoranlar eski şehir sınırları içinde bolca mevcut.
Ama herhalukarda tüm hacıların uğrak yeri olan Manolo restorana uğramadan dönmeyin.

8 Haziran 2007 Santiago de Compostela - Negreira Yeniden Yürüyüş







Dün biraz kararsız kaldık yeniden yürüyüp yürümeme konusunda. Hedefe ulaşınca yeniden bir hedef seçmek zor oluyor. Akşamdan sabaha karar verme konusunda anlaştık. Sabah erkenden Juan ve ben pansiyon odamızda uyandık. Gece zaten sokak epey gürültülü olduğundan oda pek iyi uyumamış.


Sabah normal işlerimiz yeniden başlıyor. Geleneksel sırt çantası yüklememiz. Ayaklarımızın bakımı, vazelin ve diğer korumalı kremlerle koruma altına alınması. Vazelin yürüyecek olan arkadaşlar için tavsiye edilebilecek bir koruma aracı. Ayrıca Vicks de aynı şekilde hem ekonomik hemde en iyi koruyanlardan. Pahalı kremlerden daha etkili.


Konuşmadan yürüme konusunda ortak karar aldık.



Sabah kahvemizi pansiyon sahibinin Cafesinde içtik. Oda parasınıda kişi başı 15 Euro ödedikten sonra yola çıktık. Yolumuzu bu sefer bulmamız daha zor olacak gibi bir his var içimizde. Katedralin önüne geliyoruz. Otobüsler dolusu Japon turistler katedralin önündeki meydana geliyorlar. Tüm Japonlar koşuş koşuşa meydana geliyor.



Biz hemen kaçmaya çalışıyoruz ama nafile. Japonların tatil fotoğraflarına konu oluyoruz. Flaşlar patlıyor.



Sağ taraftan merdivenleri inerek yolumuza koyuluyoruz. Bugün şehir sınırından sonra 23 km var. Şehir içindede 5 km kadar yürümemiz gerekecek. Dünkü acılı Adana kebaptan dolayı acilen ihtiyaç molası vermemiz gerekiyor. İlk Cafe de duruyoruz. Tuvaletler Ala Turka. Rahatladıktan sonra ayıp olmasın diye bir sütlü kahve içiyoruz.


Bu arada kapının önünden geçen Giovanni, Ever ve Miqueli görüyoruz. Onlarda geliyorlar. Onlarada kahve ısmarlıyoruz.


Kahveden sonra sularımızı doldurup yola çıkıyoruz.


Yol yine sıfıra doğru azalan işaretlerle dolu. hayatın kendisindede olduğu gibi işaretleri iyi okuman lazım. Burada verilen işaretler çok bariz. Sarı okları takip edersen seni Santiago şehrine götürüyor. Santiago dan sonrada Finisterre ya götürüyor. Hayatın içinde olan işaretlerde bize hayatın bize neler sunduğunu gösteriyor. Bazen bunları anlıyoruz, bazende göremiyoruz. Geçmişte bize Tanrı vergisi olan bu yetenekler günümüzde köreldiğinden genelde göremiyoruz.


Bu yeteneklerimizi yeniden görebilmemiz içinde eski değerlerimizi bulup çıkarmamız gerekiyor.


Dua etmekte kendinle barışık yaşayabilmen için iyi yöntemlerden biri. Bulunduğun din içinde dua etmek en faydalısı. Senin değerlerine ne yakın olan içinde bulunduğun din ve onun değer yargıları olacaktır.


Yolumuz şehrin yeni yapılan semtleri arasından geçiyor. Şehre girdiğimiz doğu yakası fakir görüntü sergilesede batı yakası epey zengin bir görüntü gösteriyor.


Yeni villa semtlerin arasından yürüyoruz. Kapılarda yeni ve pahalı arabalar var. Ferrariler kapılarda duruyor. Tüm bu zenginliklerin ve varlıklarında korunması gerek. Her yer tel örgü kaplı. Tel örgülerin arkasında azman köpekler var.


Buda madalyonun diğer yüzü. Paran çok olursa her zaman tedirgin yaşamak zorunda kalıyorsun. Birileri senin elindeki varlıklar göz dikebilir. Hayatta senin olan şeyler bir sırt çantasına sığıyorsa korunma ihtiyacında azalıyor. Bizdede böyle bir ruh hali var. Rahatız. Herşeyimiz sırt çantası içinde.


Yolun büyük bir bölümü sisler içinde geçiyor. Sisli hava zaten mistik ve ruhani bir yürüyüşe dahada gizemli bir hava katıyor. İnsanın içi ürperiyor zaman zaman. Biliyorsun ve hissediyorsunki senin bu yürüdüğün yolda binlerce belkide milyonlarca yolcunun ve hacının ruhlarıda seninle birlikte yürüyor. Yolun sana verdiği sorumluluklar var. Kendini bulman gerekiyor ama belkide başkalarınada kendilerini bulman için yardım etmen gerekebilir.


Siste yürüyenlerin ve seninle birlikte olanların sana güvenebilmeleri gerekiyor. Gerektiğinde onları arayabileceğini ve sana sisli bir yolda gözleri kapalı güvenebileceklerini bilmeleri gerek.


Yolun bir kısmını yanlız yürüyorum.



7 Haziran 2007 Perşembe

7 Haziran 2007 Santiago de Compostela


















Bu sabah 33 günden beri ilk defa sakal traşı oluyorum. Kendime geldiğimi hissediyorum. Sakal traşından sonra berbere gidiyoruz. Traş oluyorum. Sonra gidip kendime after shave alıyorum.

Kendimi mükafatlandırıyorum. Aferin bana 770 kilometre yürüdüm. Bugün izinliyim. Yolculuk yok. Yarın devam.
Hac bürosundan hacılık belgesini alıyorum. Herkes hacılık belgesini aldığı için mutlu. Gelecek pazartesi günü için Başpiskopos ile randevuyu ayarlıyorum.
Bugün hergün olduğu gibi katedralde hacılar için ayin var. Her ülkeden gelen hacıların isimleri, yürümeye başladıkları yer ve ülkeleri okunuyor. İlk defa Türkiye adı geçiyormuş.
Ayin esnasında yürümeye başladığım ilk günlerde yol arkadaşımız olan insanlara denk geliyoruz. İtalyan Cristina yeni gelmiş. Yanıdan Alman Tİm var, Nicole var. Diğerleri var. Herkes ağlıyor.

6 Haziran 2007 Arco do Pino - Santiago de Compostela











Bu gece epey geç yattık. Yemek çok güzel geçti. Güzel bir masa düzenlendi. Bu ilkel ortamlarda olabilecek en mükemmel masa. Mum ışıkları, çiçekler, şarap ve güzel insanlar.




Salata enfesti. Herkes ikişer tabak yedi gibi. Yemek sonrası güzel konuşmalar oldu. Herkes tek tek yolculuktan neler aldığını, nelerin hoşuna gittiğini, hayatında neleri değiştirmek istediğini veya değiştirdiğini anlattı. Bazıları ağladı. Bazıları teselli etti.






Sonra bahçede oturup yıldızları izledik.



Sabah uyandığımızda bizimle aynı yatakhanede olan öğrenciler yola çıkmışlardı.
Bizde

kahvaltımızı yaptık. Diğer yolcular bizden biraz şikayetci oldular. Biraz gürültü yapmışız. Uyuyamamışlar. Bizi şikayetin yanında ayrıca tebrikte ettiler güzel bir grup oluşturduğumuz için.


Bizim grup için iç dünyamızda yolculuğumuz dün akşam sona erdi. Bugünde fiili olarak sona erecek. Yemek ve yemekte olan konuşmalarımız bizi dün yolculuğun doruğuna ulaştırdı.


Herkes kendinden birşeyler bıraktı. Yolunu arayanlar bulduğunu düşünüyorlardı.


Fiili son kilometreleri yürümeye başladık.

Juan epey zorlukla yürüyor. Dün akşam yemek sırasında gelen Alman Anna Juan dan daha zor yürüyor. Her ikiside azimli Santiago ya ulaşmak için. Yolun ilk bölümü güzel. Ökaliptus ağaçlarının arasından geçiyor. 7 kilometre içecek bir yer arıyoruz. Kahve içecek bir yer bulamıyoruz. Ökaliptus ormanında Anna'yı kaybediyoruz.

5 Haziran 2007 Salı

5 Haziran 2007 Arzua - Arca do Pino

Son günler gelince herkes sevinecek zannediyordum. Bugün itibarıyla 750 km yol yaptık. Herkes hüzünlü yol bitti diye. Yol boyunca oluşan dostluklar çoğu insan için önemli. Bazıları için belkide hayatlarında edindikleri tek tük dostluklardan biri.
Bu sabah Arzua da epey geç uyandık. Herkes yavaştan alıyor. Kahvaltı yapmadık. Yolda yapacağız gibi bir hava var.
Gece sol ayağım epey ağrıdı. İyi uyuyamadım ama keyfim yerinde.
Juan da pek iyi uyuyamamış, benimle yürümek için epey bir ağrı çekiyor.
Sabah Monte do Gozo diye yola çıkıyoruz. Yol proğram dinlemiyor. Hava bugün epey sıcak ve herkesin biryerleri ağrıyor.
Dün olduğu gibi bugünde ağırlıklı ökaliptus ağaçları arasında yürüyoruz. Yolda İngiliz Claire rastlıyoruz. Dün başka bir misafirhanede kalmış pek güzel bir yermiş. Bizde hayıflanıyoruz neden orada kalmadık diye. Ribadiso de Baixo da kalmışlar. Nehrin kenarındaki misafirhanede. Biz şehrin göbeğinde trafikte kaldık.
Gece horlayanlar yine ağırlıktaydı. Gerçi beni bu yolun en kral horlayanı seçecekler zannedersem. Bugün yine erken uyku tutmadı.
saat 1 gibi adamlardan biri yataktan düştü. Yerde bir müddet uyumaya devam etti.
Yolda 10 km kahvaltı yapacak veya kahve içecek bir yer yok.
Saat 10,30 gibi Salceda köyüne geliyoruz. Yolda köylü bir adam ikinci kahvede kahvenizi için diyor. Birinci kahvenin kahvesi kötüymüş. Birinci kahve kapalı olduğundan mecburen ikincide kahve içiyoruz.
Köy kahvesinin bahçesi ağzına kadar dolu. Sütlü kahvemizi alıyoruz. Ekmekler ve peynir yanımızda var. Sandöviçler hazırlanıyor.
Hem sevinçli hem yarı hüzünlü bir havada herkes email adresleri ve adresleri alıp veriyor. Teskere havası var.
Daha 30 km yolumuz var ve çoğumuz için burada yol bitecek.
Ben Brezilyali Giovanni ile yanlız yürüyorum. Biraz konuşuyoruz. Gelecek beklentileri üzerine. Çoğu Güney Amerikalı gibi oda burada kalmak istiyor. Buradan Londraya gidecek. Orada 3 ay İngilizce kursundan sonra çalışabilirse kalacakmış.
Yoksa Barselonaya gelip buralarda birşeyler yapmak istiyor.
Juan ve İspanyol Albert benimle birlikte gelecek yıl Arjantin Şili arasında 1000 km yol yürümek istiyorlar. Atlantik okyanusundan Pasifik okyanusuna.
Çok güzel bir yolculukmuş. Giovannide katılmak istiyor. Bakalım hele bir bunu bitirelimde sonra bakarız diyorum.
Rua da yeniden duruyoruz. Sütlü kahve hemen hazır geliyor. Buradaki yolcuların favori içeceği sütlü kahve.
Neşeli muhabbetlerimiz oluyor.
3 km sonra yolda bakıyoruz. Juan ve Albert yok. Nikaragualı Ever de Amerikalı kızın peşinde başka bir yola girmiş.
Arca do Pino çıkışında Giovanni ve ben bekliyoruz.
Barda can sıkıntısından kahve içiyoruz. Yanımızdaki kalan ekmekleri yiyoruz. Gelen giden yok. Yoldan geçenlere bizimkileri soruyoruz. Arca do Pino misafirhanesine girmişler. Bizde dönüyoruz. Son gece tanıdıklarla olmak istiyoruz. Misafirhane bahçesinde oturmuşlar bizi bekliyorlar. ne yapalım diye istişare ediyoruz. Juan pek iyi değil. Menisküsü epey kötü. Ever kızlarla kalmak için can atıyor. Kalalım diyoruz. Ever kızlar için değil ama mutfak için kalıyorum diyor. Akşam yemek yapacaklarmış.
Burasıda yola yakın bir yer. Gece yine trafik gürültüsü olur.
Burada tek bacaklı bir adam var. Protez bacakla yürüyor.
Giovanni yolda son günlerde denk geldiğimiz Brezilyalı Antonio nunda sol ayağında sorunu olduğunu ve birkaç yıl içinde yürüyemeyecek olduğundan şimdi yürüdüğünü söyledi. Adam şimdide zor yürüyor.
Bu yolda zorla yürüyen insanlara çok fazla denk geliyoruz. Takdir edilecek bir azimle yürüyorlar.

4 Haziran 2007 Pazartesi

4 Haziran 2007 Melide - Arzua Eski dostlarla yeniden buluşma günü

Bugün az yürüyeceğiz. 12 km.
2 günlük yolu 3 güne böldük. Yolun keyfini çıkarıyoruz. Yol ökaliptus ağaçları arasında gidiyor.
Galiçya bölge hükümeti son 50 yılda köylülere yeni iş imkanları oluşturmak için ökaliptus ekenlere teşvik vermiş. Ökaliptus burada yerel doğal dokuya epey zarar verdiğinden sonradan vazgeçmişler ama bazı yerlerdede iş işten geçmiş. Doğal yapıya dokunmak herzaman karlı olmayabiliyor.
Felsefi konuşmalar arasında bakıyoruz çok güzel bir köydeyiz. Köylüler birşeyler söylüyorlar. Yanlış yola girmişiz. 1 saat yürümeden sonra yeniden aynı yoldan geriye dönüyoruz. Başka bir yol daha varmış ama biz kendi geldiğimiz yolu tercih ediyoruz.
Normal hayattada yanlışlarımız oluyor. Bizi bu yanlışımızda uyaranlar oluyor. Dinleyip dinlememek bize kalmış olan birşey. Uyraıdan sonra burada olduğu gibi seçenekler oluşuyor. Yanlış yolda devam edebilirsin. Yanlış yolda sonunda doğru yola çıkarabilir. Uzak bir ihtimal ama olasılıklar arasında.
Sunulan seçeneklerden birini seçebilirsin. Seçenekler seni doğru yola götürebilir. Geldiğin yoldan geriye dönebilirsin. Geldiğin yol uzun bir yolda olabilir. Bizde olduğu gibi.
Her yol yanlış olabilir. Her yolun doğru olabileceği gibi.
Ancak yolun sonunda doğru karar verip vermediğini görebilirsin.
Doğru kararda bile diğer seçeneklerin daha iyi olabileceğini düşünebilirsin.
Biz geri dönüş yolunda doğru karar vermiş insanların mutluluğu içinde yürüyoruz.
Brezilyalı Giovanni telefon ediyor. Arzua daymış. Biz yanlış yoldayken bizi geçmiş. Beklemesini söylüyoruz.
Yorgun olarak bir kahveye oturuyoruz. Dün gördüğümüz Hollandalı Yvonne geliyor.
Kahvelerimizi içmeden yolda Nikaragualı Ever i görüyoruz. Çocuk sevinçli. Yanında Amerikalı ve İngiliz 2 kız var. Onlarda sevinçli bizi buldukları için.
Kahveden sonra ökaliptus ağaçları arasında yolumuza devam ediyoruz.
Arzua girişinde Giovanni bizi bekliyor. Oda sevinçli kaybettiği akrabalarını bulmuş biri gibi bize sarılıyor.
Arzua misafirhanesinde yer var. Mutfak yok. Bağış üzerine çalışıyorlar.
Duş yapıyoruz. Elbiselerimizi toplu olarak çamaşır makinasında yıkıyoruz. Lüks bir gün çamaşır makinası var. Ayrıca kurutma makinasıda var.
Sonra köy meydanında oturup içkilerimizi yudumluyoruz.
Wonderfull Life. Hayat ne güzel.
Akşam yemeği güzel. Milanese dedikleri yemek şinitzelmiş.
Tatlı olarak dondurma var. Lüks bir gün vesselam.

3 Haziran 2007 Hospital de Crux - Melide Ahtapot gunu


Bu sabah çok erken yola çıkmıyoruz.

Melide ahtapot yemeği ile ünlü bir yer. Tüm Galiçyada ahtapot ünlü ama burası en iyi yermiş. Melide ye yola erken çıkıyoruz. 28 km yolumuz var.

2 Haziran 2007 Ferrerios - Hospital de Crux




1 Haziran 2007 Triacastela - Ferreiros 29 km Juan ve Albert gunu


1 Haziran 2007 Cuma

31 Mayis 2007 Trabadello - Triacastela 41 km




Gece Avusturyalı Gerda habire tuvalete gitti. Dün oda dağ yolundan geldiğinden zorlu yolda dizleri ve ayakları ağrımış. Bütün gece kadın öfledi pufladı inledi durdu. İyi uyumuşum ama bunlara rağmen.
Trabadello misafirhanesi temiz ve bakımlı. Odalar dörder kişilik. Banyolar ve tuvaletler ortak kullanımda.

Giyinip aşağıya indiğimde taksi ile dağa çıkacak olan Hollandalı bayan dışında misafirhanede kimse kalmamıştı. Herkes kendini yollara vermiş. Bende yola çıkıyorum. Yağmur var. Hemde çok. Bugün yine yanlızım galiba.
Otoyolun kenarında yolculuk başlıyor. Cennet bir vadi paralı otoyol tarafından bölündüğünden cehennem gibi olmuş. Vadinin iki tarafından otoyol geçiyor. Üstte viadükler var.
Karşıdan gelen yaşlı kadın dikkatimi çekiyor. Konuşuyoruz. O ters istikamete yürüyor.
Fransızmış. Portekiz Fatima dan Fransadaki Lourdes kentine yürüyor. Santiago üzerinden yürümüş. Rahat bir 1100 km yürüyüş. maşallah kadına. Bu yolu yürüyen çok sayıda insan var. Buradanda yola devam ederek Roma'ya ve oradanda Türkiye üzerinden Kudüs'e kadar yürüyen çok sayıda insan var.
Bugün zorlu tırmanışlardan birini daha yapacağız. 1370 metreye tırmanış var. Hava yağmurlu ve dahada yağmur artarak devam edecek gibi. Hadi hayırlısı.
Portela köyünde kahve içiyorum. Bardaki kadınla zor konuşuyorum. İspanyolca dışında başka bir lisan konuşmuyor. Benimde İspanyolca kahve ısmarlama dışında işe yaramıyor. Yolda Anna'ya denk gelirim diye düşünüyorum. Portela çıkışında Antonio'ya denk geliyorum. Brezilyalı müthiş bir azimle koltuk değnekleri ile yürüyor. Brezilyalıların azmi diğer milletlerden daha fazla. Hem dini duyguları diğer katoliklere göre daha kuvvetli gibi geldi. Her ne kadar Brezilya'dada Katoliklik gerilesede kalıntıları bile batı Avrupalı dini bütün katoliklerden güçlü.
Katolik dini 3 büyük kalesini kaybederse zannedersem yok olur gibi. Brezilya başta olmak üzere Güney Amerika katolikliğin birinci kalesi.
Polonya başta olmak üzere Doğu Avrupa ikinci kale. Son kalede Filipinler başta olmak üzere Güneydoğu Asya. Antonio'ya başarılar dileyerek yola devam ediyorum. Yağmur feci bir şekilde yağmaya devam ediyor.
Yemyeşil vadide yol kıvrılarak yükseliyor. Bugünün en yüksek noktası O'Cebreiro. Ama daha yolumuz uzun ve zor. Dünden daha zor geliyor bana. Sağnak yağan yağmur yürüyüşü zor hale getiriyor. Ambasmestas'ta durmadan geçiyorum. Yolda film çeken Brazilyalılar var. Vega de Valcarce köyüne geldiğimde rakım 630 oldu. Sabah 575 metrede başlamıştım. Burada sert bir turmanışla 1 kilometre sonra Ruitelan denilen köyde 915 metreye çıkıyorum. Yağmur aralıksız devam ediyor.
Burada seçim yapmak durmundayım. Ya asfalt yoldan gideceğim ve arabalarla uğraşacağım yada orman içinden giden yoldan gidip zorlukları göğüslemem gerekecek. Orman içinden giden yolda yolun yağmurdan dolayı tıkanması söz konusu.

30 Mayis 2007 Cacabellos - Trabadello Zorlu yürüyüş günü - Camino Duro




29 Mayis 2007 Manjarin - Cacabellos * Kirazların mucize günü


Gece epey soğuktu. Dağevinde sıcaklık 0 derece santigrad civarındaydı zannedersem. Bugün uyku tulumu ve ekstra 2 battaniye ile yattım ve ona rağmen üşüdüm gibi.
Gece ben iyi bir horlayıcı olmama rağmen bizim deli benden ve herkesden daha fazla horladı.
Bir insan nasıl böyle horlayabilir hayret.
Sabah erken uyandık. Su olmadığından elimizdeki şise suyu ile yüzümüzü yıkar gibi yaptık.
Tomas sabah çamaşır makinasından bozma sobada odunları yakmış.
Çaylar hazır. Bisküvide var. Sabah sisli. Çiçeklere ve ağaçlara kırağı çalmış.
Sisten dolayı gelen yolcuların üstü yaş.
Gelenler hem damga alıyor hemde çay içiyorlar ısınmak için.
Birde tabiiki bizleri izliyorlar burada bu izbe yerde nasıl uyuduk diye.
Biz hayatımızdan memnunuz. Yolculuğun en güzel gecelerinden biriydi. Otantik bir hacı ağırlama misafirhanesi. Tomas ta eski zaman hancıları gibi hizmetkar ve alçakgönüllü.
Evini ve hayatını Allah rızası için gönüllü olarak insanlara adamış olan insanların rahatlığı var. Allah rızası dışında bir karıda yok. Parasal bir beklentisi yok ve ayrıca başka bir düşünceside yok. Bizdede Tomas gibi insanların çoğalması yaşam kalitemizide yükseltecektir.
Kahvaltı sonrası yavaş yavaş herkes yola çıkıyor. Anna ilk önce yola çıkıyor sonra ben çıkıyorum. Diğerleri benden sonra çıkacaklar ama benden hızlı yürüdüklerinden nasıl olsa bana yolda yetişirler ve hatta geçerlerde.
Sisden dolayı burnunun ucunu zor görüyorsun. Dağa yükselen bir yürüyüş var. Parkur inişli ve çıkışlı gittiğinden olduğundanda daha zor geliyor. Sanki çıkışlar hiç bitmeyecekmiş gibi.
Dağ çiçekleri, dikenli otlar ve bitkiler sis tabakasının içinde daha gizemli ve güzel gözüküyor.

Yarım saat kadar sis içinde yanlız yürüyorum. Garip bir duygu siste yanlız olmak, normal yanlızlıktan daha yanlızmışsın gibi geliyor. Şehir insanı bu duygulara uzak yaşıyor.
Birden arkamdan gelen sesle irkiliyorum. Düşüncelere dalınca her ses seni ürkütüyor. Brezilyalı Giovanni geliyor.
Fotoğrafcımda yanımda. Sisler içinde fotoğraflarımızı çekiyoruz. O yeniden daha hızlı yola devam ediyor. Yokuş aşağı epey hızlı gidiyor. Ben yine daha yavaş gidiyorum.
Uzaktan Ponferrada görünüyor. Burada önüme çıkan köyler çok bakımlı, arkada bıraktığımız bölgeye hiç benzemiyor.
Daha refah düzeyi yüksek bir bölgeye geldiğimiz hemen belli oluyor. İlk köyde hemen bir cafe ye giriyorum. Canım kahve istedi ve üşüdüm aynı zamanda karnımda acıktı. Dağ havası insanın iştahını artırıyor.
İçerde Fransadan gelen Hollandalı bayan var ve sabah bizden önce yola çıkan Anna aus Bonn. Bonn şehrinden gelen Anna. Bir kahve ısmarlıyorum yanınada omletli sandöviç. Anna da aynısından istiyor.