12 Haziran 2007 Salı

9 Haziran 2007 Negreira - Olveira 33 km İneklerle muhabbet günü




Bu sabah kararsızım yürüyüp yürümeme konusunda. 770 km + 28 Km dün bana epey fazla geldi. Juan la geceden konuştuk nasıl yapalım diye. Buradan otobüse binebiliriz. Gecede pek iyi uyuyamadım. Hollandalılar herkesi rahatsız ettiler. Yaşlı ve birbirleriyle yürüme yarışı eden 3 Hollandalıdan ikisi bizim odada uyuyan ve horlayan iki kişiyle epey uğraştılar ve gürültü yaptılar.
Juan biraz yürüyüp otobüse binecek. Ben bizim çocuklarla yürüyorum. Dün akşam gruba katılan Brezilyalı Eduardo da bizimle. Eduardo nun ikinci yürüyüş günüymüş. Santiagodan Finisterra ya kadar yürüyecekmiş. Brezilyadan iş deneyimi kazanmak için İspanyadaymış. 3 ay daha kalıp Avrupayı dolaşıp ülkesine geriye dönecek. Ayakları epey ağrıyor. İlk günler zor oluyor. Biz ona göre daha rahatız. Nede olsa 35 günden beri yürüyoruz. Kaslarımız alıştı. Ayaklarımız nasırlaştı. Yol ruhumuza işledi.
Bugün hava sıcak yolda çok uzun yoruluyoruz.
Yol güzel dağlardan ve ovalardan geçiyor arada asfalt üzerinde yürümelerimiz var. Asfalt üzerinde yürümek ayakları yoruyor, patika yolları arıyoruz yürümek için.
İlk kahve molasından sonra Giovanni, Ever, Mikeale ve Miquel hızlı yürüdüklerinden gözden kayboluyorlar. Ben Eduardo ile arkadan yürüyorum. Karnımız acıkıyor. Dağ başında tezeklerin arasında ton balıklı sandöviç yapıyoruz.
Zevk için bu kadar boklu yolda yürümenin felsefesi üzerine biraz konuşuyoruz. Reel ve mantıklı bir çözüm bulamıyoruz.
Zaten her tarafta feci koktuğu için hızlı yolumuza devam ediyoruz.
Yorgun halde bir köye geliyoruz. Daha doğrusu mezra gibi bir yer. Meydanda merdivenleri olan bir haç var. Ben yorgunum burada biraz uzanacağım diyorum. Eduardo da benimle kalıyor. Başıboş köpeklerden biraz tırstı gibi bende korktuğumu itiraf edeyim. Epey başıboş köpek var. Saldırdıkları filan yok ama yinede korkuyorsun.
Uzanır uzanmaz uyumuşum. Öğle vakti siestaya iyi alıştım.
Bir saat kadar dinç bir şekilde uyandım.
Eduardo gülüyordu. Yaşlı bir kadında dehşetle bakıyordu.
Çoook horlamışım. Ben horladıkça ineklerde cevap veriyorlarmış.
Sanki ineklerle muhabbet ediyordun diyor. Benim horlamam artıkça ineklerde daha sert cevaplar veriyorlarmış.
Kız arkadaşınla muhabbetin iyiydi diyor.
Yaşlı kadında İspanyolca çok horladın gibi birşeyler söylüyor. Bazen dil bilmemekte iyi.
Su istiyoruz. Kadın sağ olsun veriyor. Suyumuzu içiyoruz, mataralarımızı doldurup yeniden yola çıkıyoruz.
5 dk sonra anayola geliyoruz bir Cafe var. Durup sütlü kahve içiyoruz sonra yeniden ver elini yollar.
Yolun bundan sonraki bölümü ana yol üzerinden gidiyor. Yorgun olunca yol bitmek bilmiyor.
Sonundan saat 16.30 da Olveira köyüne geliyoruz.
Eski köy evlerini ve mısır ambarlarını misafirhane yapmışlar. Yolculukta ve yürüyüşte son gece. Yarın akşam artık herşey bitmiş olacak.
Son gece için mükemmel bir yer.
İspanyol Miquel ile ben mısır ambarında uyuyoruz. Buradaki ismi Horreiro.
Taşların arasından rüzgar esiyor. Ambar yüksek taşlar veya ağaçlar üzerinde oluyor. Fare ve diğer haşaradan korunmak için.
Akşam yemeği için alışveriş yapılıyor yakındaki bir köyden. Taksi ile gidiyorlar ve otostopla dönmüşler. Giovanni, Ever ve Mayorkalı Alberto.
Dönüşte çok enfes bir makarna yapıyorlar ve yanındada ton balıklı makarna salatası. Şarapta almışlar. En ucuzundan 0,75 Euro. Ucuz şaraplarda güzel olabiliyor. Kirazda var.
Bu yolculukta eski kahvelerde asılı olan tabelalar gözümün önüne geldi. '' Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane'' Evet aynen öyle oluyor. Gönül muhabbet isteyince hepsi bahane oluyor.
Yanında yol arkadaşlarında mükemmel olunca çok keyifli bir yemek oldu. Juan bu akşam yok. O otobüsle Murcia ya gitti. Yarın oradan Finisterre ye yürüyecek. Onun şerefinede kadehler kalkıyor.
Yemek sonrası köy kahvesine gidiyoruz. Buradada yemek yiyenler var. Yemek kötü ve 12 Euro. Bizde kişi başı 2 Euro.
Maç izlemeye gidiyoruz ama kahvenin içi sigara altı olmuş. Dumandan televizyonu zor görüyorsun. Kahveler buradada bizdeki köy kahveleri gibi köylülerle dolu. İş güç pek yok gibi. Kahvenin önünde tanıdık yolcularla konuşuyoruz.
Amsterdamdan Bernice ile biraz konuşuyoruz. Adres alıp veriyoruz. Yolda o beni İspanyol zannetmiş bende onu Alman.
Sonra herkesi uzun günün yorgunluğu basıyor. Yatmaya gidiyoruz.
Tatlı bir gece.
Soğuk değil. Yağmur yok. Yıldızları görüyorsun. Allahın bir lütfu son günlerin ve gecelerin güzel olması.
Gece çok horlamamışım. Demekki güzel ve havadar bir yerde yatarsan daha az horluyorsun..

Hiç yorum yok: